Şiddetli Geçimsizlik Sebebiyle Boşanma Davası Nasıl Açılır?

Evlilik Birliğinin Sarsılması Sebebiyle Boşanma

T.M.K. unun 166. Maddesi “Evlilik birliği, ortak hayalı sürdürmeleri kendile­rinden beklenemeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa eşlerden her biri bo­şanma davası açabilir

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kulla­nılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımın­dan korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebileceğini” öngörmektedir.

Evlilik Birliği ve Müşterek Hayat (Ortak Yaşam) Kavramlarının İzahı

T.M.K. unun 166. Maddesinin anlaşılabilmesi için “evlilik birliği” ve “müşterek hayat (ortak yaşam)” kavramlarından ne anlamak gerektiğinin doğru olarak sap­tanması gerekir.

1- Evlilik Birliği, T.M.K. 185. Maddesine göre evlenmeyle kendiliğinden oluşan “yasal bir birlik” olduğu halde, “müşterek hayatın” kurulması için eşlerin evlilik birliğinin kendilerine yükledikleri görevlen yerine getirmek için uygun bir süre birlikte yaşamaları gerekmektedir. Evlenme bölümünde eşlerin haklan ve yüküm­lülükleri ayrıntılı olarak açıklandığından bu bölümde ayrıca bu hakların sayılması gereği duyulmamıştır

2-Evlilik birliğiyle, müşterek hayatın oluşması için gereken “süre” de birbirin­den farklıdır. Müşterek hayatın kurulabilmesi için gereken süre eşlere yüklenen sorumlulukların yerine getirilmesi için yeterli bir süre olmalıdır. Bu sürenin pek de kısa bir süre olmaması gerekir. Evlilik birliğinin kurulması ise bir anlık olaydır. Evlilik birliği evlenme akdinin yapılması anıyla oluşmaktadır.

3-Evlilik birliği ile müşterek hayatın sona ermeleri de birbirinden farklıdır. Evli­lik birliği ölüm, butlan ve boşanma kararının kesinleşmesine kadar devam eden bir birliktir. “Evlilik birliği” ölüm haricinde ancak bir mahkeme kararıyla sona erdiği halde “müşterek hayat” tarafların veya taraflardan birinin iradesiyle her zaman sona erebilmektedir.

4 – Müşterek hayat (ortak yaşam) sona erdiği zaman evlilik birliği sona ermedi­ği halde, evlilik birliğinin sona ermesi ortak yaşamın da sona ermesi sonucunu do­ğurmaktadır.

T.M.K. 166/1 maddesine göre boşanmaya karar verilebilmesi için evlilik birliği­nin temelinden sarsılması ve bu durumun eşlerden biri için müşterek hayatı çekil­mez hale getirmiş olması gerekir.

Boşanma sebeplerinden zina, hayata kast ve pek kötü ve onur kırıcı davranış ve terk sebebiyle boşanma halleri mutlak (kati) boşanma sebeplerini oluşturur. Bu halde Yargıç maddi olayı saptadıktan sonra boşanmaya karar vermek durumunda­dır. Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme, akıl hastalığı ve şiddetli geçimsizlik sebebiyle boşanma davaları taktiri boşanma sebepleridir. İddia edilen olayların kanıtlanması yeterli değil, ayrıca bu olayların evlilik birliğini temelinden sarsıp sarsmadığı ve müşterek yaşamın çekilmez hale gelip gelmediğinin de yargıç tara­fından takdir edilmesi gerekir. Yargıç taktir hakkını olaylara dayalı olarak yapmak zorundadır. Geçimsizlik, ortak yaşamın devam etmesine olanak vermeyecek dere­cede evlilik birliğini temelinden sarsmış olmalıdır.

Yargıcın takdir yetkisi sanıldığı kadar geniş kapsamlı olmamalıdır. Çünkü evli­lik birliğinden ve müşterek hayat kavramlarından ne anlamak gerektiği Medeni Hukukça saptanmıştır. Yargıç ortaya konan geçimsizlik sebeplerinden önce evlilik birliğinin taraflara yüklediği hak ve borçlarla, ortak hayat kavramlarından ne anla­mak gerektiğini özümsemeli, kanıtlanan olayların hangi noktalarda evlilik birliğini temelinden sarstığını ve ortak hayatın hangi sebeplerle çekilmez hale geldiğini tak­tir etmek durumundadır. Yani kanıtlanan olaylardan hangisi eşlere yüklenen görev­leri ne derecede ihlal etmiştir ve bunun derecesi ne kadardır. Evlilik birliği eşlerden biri yönünden çekilmez hale gelmiş midir? Yargıcın yapacağı değerlendirme bu noktayla sınırlıdır. Yargıç eşlere yüklenen görevleri ve yükümlülükleri saptamak noktasında taktir yetkisine sahip değildir.

T.M.K. 166 Maddesinin Kusur Esasını Kabul Etmemesi

T.M.K.unun 166/1. Maddesi “kusur” ilkesi yerine “evlilik birliğinin onarılmaz bir şekilde sarsılması ve bu durumun eşlerden biri için ortak yaşamı çekilmez hale getir­miş olması” ilkesini benimsemiştir. Yargıtay’ın kararlılık kazanan içtihatlarına göre:

Hukukun genel ilkelerinden olan “hiç kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak hak elde edemeyeceği ilkesi” gereği olarak tam kusurlu eşin boşanma davası açma hakkı yoktur. Bir başka anlatımla hiç kusuru olmayan eş aleyhine T.M.K. unun 166/1 maddesine dayalı olarak boşanma davası açılamaya-caktır, T.M.K. tek taraflı irade açıklaması ile boşanma ilkesini benimsememiştir. Tam kusurlu eşe boşanma hakkı tanınması halinde, kusurlu eş kasten evliliği teme­linden sarsan tüm davranışları yapar daha sonra da işte bakın evlilik temelinden sarsıldı hadi bizi boşayın der ki bu anlayış tek taraflı boşanma sonucunu doğurur.

2- T.M.K. unun 166/1 maddesine göre boşanma davası açılması için davacının hiçbir kusurunun olmaması veya az kusurunun olması gerekmez. Yani davacı hiç kusursuz olabilir, az kusurlu olabilir veya ziyada (fazla) kusurlu olabilir. Davacının kusurunun fazla olması T.M.K. unun 166/1 maddesine göre boşanma davası açma­sına engel oluşturmaz. Kusuru eşit olan veya daha fazla kusurlu olan eşin de bo­şanma davası açma hakkı vardır. İradi olmayan davranışlar kusur sayılamayaca­ğından iradesi dışında cinsel saldırıya uğrayan eş ile akıl hastası eş aleyhine evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuksal sebebine dayalı boşanma davası açılamaz.

3- Hiç kusuru olmayan eş aleyhine T.M.K. unun 166/1-2 maddesine dayalı ola­rak boşanma davası açılamaz. Aksi tam kusurlu eş yönünden bir hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğurur. Davacı kusursuz veya az veya fazla kusurlu olabi­lir, davacının kusuru tam kusurlu olmamak koşuluyla boşanma davası açılmasına engel oluşturmaz, ancak davalının hiçbir kusuru yoksa bu halde boşanma davası reddedilmelidir. Boşanmaya karar verilmesi için davalının az da olsa bir kusurunun olması gerekir.

Davalının Davaya İtiraz Hakkı

T.M.K. unun 166/2. maddesine göre “….Davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı veya çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebileceğini” öngörmüştür.

Davalının itiraz hakkını kötüye kullanması:

Davacının kusurunun daha ağır olması,

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması,

Ortak yaşamın davacı eş yönünden çekilmez hale gelmesi,

Davalının evliliğin bu duruma gelmesinde az da olsa bir kusurunun olması,

Evlilik birliğinin devamında davalı veya çocuklar yönünden korunmaya de­ğer bir yarar kalmamış olması gerekir. Bu durumda davalının açılan boşanma dava­sına karşı çıkması bir hakkın kötüye kullanılması olarak kabul edilebilmektedir.

Davalı boşanma davasına itiraz etmemişse tek taraflı irade beyanıyla boşanma sonucunu doğurmamak koşuluyla, bir başka anlatımla davalı tam kusurlu olma­mak veya davalının az da olsa bir kusuru bulunmak koşuluyla boşanmaya karar vermek gerekir. Yargıtay bir kararında “davalının hiçbir kusurunun bulunmadığı gerçekleşmiştir. T.M.K. na göre 166. Md, maddede daha fazla kusurlu eşe tanı­nan dava (boşanma davası) açma hakkı tam kusursuz eş aleyhine boşanmaya karar verilebileceği biçiminde yorumlanamaz. Böyle bir düşünce tek taraflı irade ile Me­deni Kanunun kabul etmediği bir boşanma sebebinin varlığına yol açar” demiştir. Yani Yargıtay’a göre evlilik birliği istediği kadar temelinden sarsılırsa sarsılsın, ortak yaşamın davamı eşlerden biri için istediği kadar olanaksız hale gelirse gelsin, davalı tarafın hiçbir kusuru yoksa boşanmaya karar verilemez. Az kusurlu davalı tarafın davaya karşı çıkma hakkı vardır. Bu itiraz, evlilik birliğinin devamında eş ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa hakkın kötüye kulla­nılması niteliğinde olarak kabul edilmektedir.

Kusur eşitse boşanmaya karar vermek gerekir. Kocanın eşini dövmesi, yüküm­lülüklerini yapmaması, kadını zarurete terk ermesi buna karşılık kadının zina etme­si Yargıtay tarafından eşit kusur olarak kabul edilmiştir. Kocanın eşini başka bir kadınla aldatması kadının kocasına puşt, pezevenk gibi sözlerle hakaret etmesi halinde de kusurun eşit olduğu kabul edilmektedir. Yargıtay’a göre kocanın başka bir kadınla ilişkiye girmesi kadının da kocasına devamlı sövmesini gerektirmez. Bu halde kadın da kocasıyla eşit kusurlu kabul edilmektedir. Eşlerin karşılıklı ağır hakaretlerde bulunmaları ve birbirlerini dövmeleri halinde de taraflar eşit kusurlu kabul edilmelidir. Yargıtay bir başka kararında “kocanın güven sarsıcı davranışlar­da bulunmasına karşılık kadının da kocasına ağır hakaret etmesini eşit kusur olarak nitelendirmiştir”. Davacı ve davalının eşit kusurlu olması halinde davalının T.M.K. 166/2 maddesi anlamında davaya itiraz hakkı yoktur. Kusurun eşit olup olmadığı­nın saptanması sırasında çok dikkatli olma gereği vardır.

Davalının boşanma nedeni olarak iddia edilen ve kanıtlanan davranışının doğal bir tepkinin ürünü olup olmadığının da taktir edilmesi gerekir. Yargıtay’a göre olaya neden olan taraf, yarattığı olumsuz durumdan faydalanarak kendi yararına yasal bir sonuç elde edemez. Uygulamada hangi davranışın doğal bir tepkinin ürü­nü olduğunu saptamak oldukça zordur. Yargıtay “davalının ihanete uğradığı, bo­şananla konusunda baskı yapıldığı bu sebeple ruhsal bunalım içinde bulunduğu bir dönemde,davacmın metresiyle kol kola konsere gelmesi karşısında panik olan da­valının davacıyı tokatlamasını” doğal bir tepkinin ürünü olarak nitelendirmiştir. Eşini sürekli döven kocanın bu arbede sırasında eşi tarafından iteklenmesi ve düş­mesi sonucu oluşan hafif yaralanmanın da doğal bir tepkinin ürünü olduğunun kabul edilmesi gerekir. Doğal bir tepkinin sonucu oluşan davranış kusur oluşturmaz.

Boşanmaya Sebebiyet Veren Olayların İradi Olması

Tarafların boşanmaya sebebiyet veren eylemlerinin iradi olması gerekir. İrade “bir şeyi yapmayı veya yapmamayı belirten iç kuvvet” anlamındadır. Medeni Hu­kuk açısından bir kişiye sorumluluk yükletilebilmesi için o kişinin iradesini serbest­çe kullanabilmesi gerekir. Boşanma hukuku açısından bir eylemin iradi olmadığı şüphesi ortaya çıkarsa yargıç bu durumu araştırmakla görevlidir. Akıl hastalığı halinde eylem iradi olmadığından akıl hastaları aleyhine T.M.K. unun 166/1-2 mad­desine dayalı olarak boşanma davası açılamaz. Yargıtay bir kararında “Medeni Kanunun 166/1. Maddesi (Eski Medeni Kanunun 134. Maddesi) gereğince boşan­maya karar verilebilmesi için davalıya yüklenen ve boşanmaya esas alman hareket­lerin iradi olması gerekir. Toplanan delillerden ve vesayet (kısıtlılık) kararına esas alınan raporlardan davalının bu davranışlarının iradi olup olmadığı anlaşılama­maktadır. O halde mahkemece yapılacak iş toplanan delillere ve dosya içeriğine göre, gerekirse davlının bir akıl ve ruh sağlığı hastalıklarıyla ilgili bir kuruluşa gön­derilmesiyle davranışlarının iradi olup olmadığının saptanması “gerektiğine karar vermiştir. Bazen rastlandığı gibi dosya kapsamına göre davranışların iradi olmadığı hakkında bir şüphe yokken kişileri olur olmaz akıl ve ruh hastalıkları hastanelerin­de dolaştırmak işgüzarlıktan öte bir tutum oluşturmamaktadır. Şu duruma göre sağlık kurulu raporuna göre boşanmayı gerektiren olaylar iradi değilse bu olaylara dayanarak T.M.K. unun 166/1-2. Maddesine göre boşama kararı verilemez.

Boşanmaya Sebep Gösterilen Olayların Af Edilmemiş veya Hoşgörüyle Karşılanmamış Olması

Boşanmaya sebep olabilecek olaylardan sonra taraflar birlikte yaşamaya devam etmişlerse davacının bu olayları affetmiş sayıldığı veya en azından hoşgörüyle kar­şıladığı kabul edilmektedir. Davacı artık bu olaylara dayanarak boşanma davası açamaz, açarsa dava reddedilir. Boşanmaya sebep olan olaylardan sonra taraflar uzun süre birlikte yaşamaya devam etmişler, davacı bu arada dava açma gereksi­nimi duymamışsa olayların davacı yönünden çekilmez hal almadığının kabulü gerekir. Eşlerin gerçekte boşanmayı gerektirir nitelikteki geçimsizlik olaylarından sonra barışmaları o olayları affettikleri anlamına gelmektedir. Taraflar önceki olay­lardan sonra barışıp bir araya gelmişlerse artık o olaylara dayanarak boşanma dava­sı açamazlar. Barışma önceki olayların affedilmiş veya hoşgörüyle karşılanmış ol­duğu anlamına gelmektedir. Yargıtay 2.H.D.bir kararında “davalının davacıya yö­nelik davranışlarından sonra tarafların birlikte hacca gitmelerini davacının davalıyı affetmiş olması olarak kabul etmiştir”.

Davacı aynı olaya dayalı olarak açtığı boşanma davasından feragat etmişse ye­niden o olaya dayalı olarak boşanma davası açamaz. Çünkü feragat kesin hükmün hüküm ve neticelerini doğurur.

Yargıtay “davalının hırsızlık olayından sonra tarafların üç yıl birlikte yaşamala­rını, davacının dava açıldıktan sonra barışma girişiminde bulunmasının veya eşini eve davet etmesini, davadan sonra otelde üç gün birlikte kalınmasını, davacının barışma girişiminde bulunmasını, olaylardan sonra uzun süre birlikte yaşanmış olmayı” önceki olayların affedildiğine veya hoşgörüyle karşılandığına karine teşkil ettiğine karar vermiştir. Davacının davalının davranışlarını affettiği veya hoşgörüy­le karşıladığı kanıtlanmalıdır.

T.M.K unun 166/1-2. Maddesine göre açılan boşanma davasından sonra taraflar “ortak hayata” devam ediyorlarsa ortada boşanmayı gerektirecek nitelikte bir ge­çimsizliğin olmadığı kabul edilmeli ve dava reddedilmelidir. Ancak taraflar aynı evde ayrı ayrı odalarda birbirleriyle konuşmadan oturuyorlarsa bu halde ortak yaşamın devam ettiğinden söz edilemez, diğer koşullar da varsa boşanmaya karar vermek gerekir.

Tatbikatta tarafların önceden hoşgörüyle karşıladıkları olaylar sonradan bo­şanma sebebi sayılamamaktadır.

Eşlerden birinin boşanmayı gerektiren olaylardan sonra normal olarak aklı ba­şında her insanın yapması gerektiği gibi eşiyle olan olayları konuşup tartışmak ve gerektiğinde evliliğini kurtarmaya çalışması ne yazık ki önceki olayları af olarak yorumlanmaktadır. Bizce aklı başında her eş evliliğini kurtarmak için kendisinden beklenen çabayı göstermeli, gerekirse eşinin birtakım davranışlarını affedebileceğini diğer eşe ya direk olarak ya da aracılar vasıtasıyla ulaştırabilmelidir. Evliliği büyük bir sorunla karşılaşan eşin bu sorunları giderip evliliğini kurtarmaya çalışmasından doğal ve yerinde bir davranış olamaz. Bu durumu bu çabaları gösteren eş aleyhine kullanmak davacı barışma girişiminde bulunmuş önceki olayları affetmiş boşanma davası açamaz demek evlilik kurumunu anlamamakla eşdeğer kabul edilmelidir.

Buyurgan irada ailenin içine kadar girip iyi niyetli davranışı iyi niyetli davacı eş aleyhine kullanmamalıdır. Ancak ne yazık ki uygulama aksi yönde gelişmektedir.

Taraflar, boşanma davası açıldıktan sonra olan olaylara dayanamazlar. Her da­va açıldığı tarihteki koşullara tabidir. Dava tarihinden geriye doğru olan olayların evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına ve ortak yaşamın çekilmez hale gelmesine sebep olup olmadığına bakmak gerekir. Ancak boşanma davası açıldıktan sonra olan olaylara dayanılarak ayrı bir boşanma davası açılması elbette olanaklıdır.

Fiili Ayrılığın Başlı Başına Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması ve Or­tak Yaşamın Çekilmez Hale Gelmesine Yol Açmaması

Terk sebebiyle boşanma davası incelenirken anlatıldığı gibi eşlerden biri kendi­sine yüklenen görevleri yapmamak için diğer eşi terk eder ve haklı bir sebep yok­ken ortak konuta dönmezse diğer eşin terk sebebiyle boşanma davası açma hakkı vardır. Ancak terk olayı başlı başına T.M.K. unun 166/1-2. Maddeleri anlamında bir boşanma nedeni değildir. Yargıtay da karalılık kazanan görüşe göre “fiili ayrılık başlı başına evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına ve ortak yaşamın çekilmez hale gelmesine sebep olarak kabul edilemez”. Yargıtay bir kararında “eşlerin on üç yıl önce ayrılmalarında davalı eşin hiçbir kusuru olmadığına göre sadece fiili ayrılı­ğın evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına ve ortak yaşamın çekilmez hale gel­mesine sebebiyet verilemeyeceğine” karar vermiştir. Yargıtay başka bir kararında “kadının geçimsizlikte hiçbir kusuru olmadığına göre sadece kocanın kusurlu dav­ranışı yüzünden üç yıl ayrı yaşanmasını T.M.K. unun 166/1-2. Maddesi anlamında (eski M.K. un 132/1-2 maddesine göre) boşanma sebebi saymamıştır”. Ancak davacı bu halde koşullan varsa terk sebebiyle boşanma davası açabilir. Davalı evi terk etmeyi alışkanlık haline getirmişse bu halde evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olduğu ve diğer eş için ortak yaşamın çekilmez hale geldiği kabul edilmektedir. Yargıtay’a göre “davalının haklı bir sebep olmaksızın evi sık sık terk etmesi evlilik birliğini temelinden sarsmakta ve ortak yaşamı çekilmez hale getirmektedir”.

Tarafların Nikahtan Sonra Bir Araya Gelmemiş Olmalarına Rağmen Ko­şulları Varsa T.M.K. unun 166/1-2. Maddesine Dayalı Olarak Boşanma Davası Açılabilmesi

T.M.K. unun 166/1-2. Maddesine göre boşanma davası açılması için illa da taraf­ların nikahtan sonra bir araya gelmelerine gerek yoktur. Eşler bir araya gelmeden de evlilik birliğinin temelinden sarsılması ve ortak yaşamın çekilmez hale gelmesi olanaklıdır. Eşlerden biri nikahtan hemen sonra diğerine hakaret etmiş veya onun iffet ve namusu hakkında bir söz söylemiş olabilir. Bu halde taraflar bir araya gel­mediler diye boşanma davasını reddetmek olanaklı değildir. Yargıtay 2.H.D.bir kararında “taraflar birleşmemiş olsalar bile koşulları varsa boşanma davası açılabi­leceğine” karar vermiştir. Bir başka kararda ise “taraflar bir araya gelmemiş olsalar bile aralarında boşanmayı gerektirecek ağırlıkta olayların ortaya çıkabileceğine” işaret edilmiştir. Şu duruma göre taraflar ister nikahtan sonra, isterse reddedilen boşanma davasından sonra bir araya gelmeseler bile evlilik birliğinin temelinden sarsılması ve ortak yaşamın çekilmez hale gelmesi olanaklıdır.

Uzun Süre Cinsel İlişki Kurulamaması

Yargıtay 2,H.D.çok haklı olarak “Evlenmenin sosyal amacı yanında, belki de daha önemli olarak nesli devam ettirme ve cinsel arzulan tatmin gayesi de vardır. Tarafların cinsel organları normal yapıda olmasına rağmen, psikolojik sebeple de olsa uzun evlilik süresi içinde cinsel ilişki kuramadıkları kızlık muayenesine dair rapordan anlaşılmaktadır. Bu hal evlilik birliğini temelinden sarsar. Aylarca cinsel ilişkinin başarılamamış olması karşısında eşlerde birbirlerine karşı haklı bir nefretin, en azından isteksizliğin doğacağı şüphesizdir. Böyle bir durumu davacı açısından bir kusur olarak kabul etmek mümkün değildir. Ne zaman gerçekleşeceği belli ol­mayan ve ondan sonra da devam edip etmeyeceği şüpheli bulunan cinsel yakınlaş­mayı beklemek için davacıyı zorlamak açık bir haksızlıktır. Bu koşullar altında da­vacıdan evlilik birliğini devam ettirmesi beklenemez. Aile birliğinin temelinden sarsıldığı kabul edilerek boşanmaya karar verilmesi gerektiğine” karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında “evlilik birliğinin sürdürülmesinin esaslı unsurlarından birinin de sağlıklı bir cinsel birleşme olduğuna” karar vermiş­tir. Eşlerden biri cinsel hastalığının tedavisine yanaşmıyorsa kusurlu duruma düşer ve diğer eşin açacağı boşanma davasının kabulü gerekir. Taraflardan biri aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen cinsel ilişkiye yanaşmıyorsa, bu halde de evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı ve ortak yaşamın diğer eş yönünden çekilmez hale geldiğinin kabulü gerekir. Ancak cinsel ilişkiden kaçınma iradi olmayan dav­ranışlarından kaynaklanıyorsa tedavisinin olanaklı olup olmadığının uzman hekim raporuyla saptanması gerekir. Cinsel ilişkiye girmemenin tıbbi sebeplerinin araştı­rılmasından kaçınmak başlı başına boşanma sebebidir. Bazen kadının cinsel orga­nında istek dışı kasılma sebebiyle uzun süre cinsel ilişki kurulamadığına rastlan­maktadır. Bu durumun tedavi edilebilir olup olmadığı araştırılmalı hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Eşlerden hangisinin cinsel birleşmeden kaçındığı saptanamıyorsa bu halde de boşanmaya karar vermek gerekir. Kadının cinsel ilişki­den kaçınması onun dövülmesini gerektirmez, bu halde kadının açacağı boşanma davasında kocayı da kusurlu duruma düşürür.

Davalının çift cinsiyetli olması hem evliliğin butlanı (hükümsüzlüğü, feshi) hem de bir boşanma sebebidir.

Kızlık zarının yapısından doğan sorunlar evliliğin başlangıcında ortaya çıkan en önemli sorundur. Çoğunlukla cahillikten kaynaklanan sebeplerle ortak yaşam kurulmadan dağılmaktadır.

Aile İçi Şiddetin Boşanma Davasına Olan Etkileri

Aile içi şiddet boşanma davalarının en önemli nedenlerindendir. Bu bakımdan aile içi şiddetin kısaca açıklanması yapılacaktır. Daha geniş bilgi için Kültür Bakan­lığı Eğitim Uzmanı sayın Erdoğan Gazioğlu tarafından yazılan “Aile İçi Şiddetin Boyutları, Nedenleri, sonuçları ve Oluşum Sürecinin Analizi” adlı araştırmanın okunması yararlı olacaktır. Sayın Gazioğlu’nun araştırmasına göre Türk ailesinin % 82.8 i çekirdek aileden yani ana baba ve çocuklardan oluşan aileden, kalan % 17.2 si ise geniş aileden oluşmaktadır. Ailelerin %95.4 ü birinci evliliklerini devam ettirmektedir. % 4 ü ikinci, % 0,6 si ise daha fazla evlilik geçiren ailelerden oluşmakta­dır. Kadınların %29.6 sı, kocaların da %34 ü aile içi fiziksel şiddetin varlığını kabul etmektedir. Kadınların % 53.3 ü, kocaların da %56.2 si aile içi sözlü şiddetin varlığı­nı kabul etmektedir.

Aile içi şiddetin % 46.9 u fiziksel zarara yol açmaktadır. Şiddet çoğunlukla eşler arasında gizli kalmakta, yaralanma olayları en yakın akrabalardan bile gizlenmekte, yaralanmanın gizlenmesi için görünüşte kabul edilebilir mazeretler üretilmektedir. Yaralanmaların ezici bir çoğunluğu ilkel yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılmakta, sağlık kuruluşlarına başvuru yok denecek kadar az olmaktadır.

Aile içi şiddetten sonra kocanın eşinden özür dileme oranı % 53.1 olduğu halde koca özür dilemeksizin % 8.4 oranında barışmaya çalışmakta, % 30 oranında da kocanın özür dilemediği ve barışma girişiminde bulunmadığı görülmektedir. % 4.8 oranında eşler karşılıklı özür diledikleri halde, kadının özür dileme oranı % 3.6 oranında kalmaktadır. Sayın Gazioğlu’na göre şiddet olaylarının %85 i sık sık tek­rarlanmaktadır.

Şiddet % 66 oranında üzüntü, kırgınlık ve hafif psikolojik etkiler yarattığı halde % 34 oranında oldukça ağır psikolojik etkiler oluşturmaktadır.

Şiddete maruz kalan eşlerden bir bölümü korku ve çaresizlik nedeniyle bu du­rumu kabullenmek zorunda kalmaktadır. Tehdit, baba evine dönme korku-su,sürekli taciz edilme endişesi, ekonomik güçlükler ve bağımlılık bilinci şiddetin kabullenilmesine etki eden faktörlerdir. Bu durum duygusal açıdan yaşama küs­künlük, boşluk duygusu, eşe karşı nefret duyulması, eşin öldürülmesi veya intihar düşüncelerinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.

Şiddete maruz kalanlardan bir bölümü, aile içi şiddetin belli bir seviyeye ulaşma­ması halinde yok sayılması gerektiğine ve toplumsal yapının doğal bir parçası oldu­ğuna inanmaktadır. Böylece aile içi şiddete meşru bir kılıf bulunmak istenmektedir.

Şiddete maruz kalanlardan bir bölümü de kusurun karşılıklı olduğuna veya ku­surun kendisinde olduğuna inanmaya çalışmakta ve bu şekilde şiddetle yaşamayı kabullenmek durumunu seçmektedir.

Bir bölüm ise kaderin alın yazısının bu olduğunu kabul edip tamamen teslimi­yetçi bir tutum benimsemektedir.

Aile içi şiddetin büyük bir bölümü çocukların gözü önünde cereyan etmekte bu durum çocukların sağlıklı gelişmesine olumsuz etki etmektedir.

T.M.K. 166/1-2 maddesine göre gerek fiili gerekse sözlü şiddet evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına ve ortak yaşamın çekilmez hale gelmesine sebep olan en önemli faktörlerden biridir. Dört yılı geçkin bir süre boşanma davalarını okuyan bir yargıç olarak dosyaların yüzde yüze yakın kısmında aile içi şiddet olgusunun gün­deme getirildiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Aile içi şiddet kanıtlanması koşuluyla boşanma sebebidir. Dayak, hakaret ve sövme halinde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı ve ortak yaşamın çekilmez hale geldiği kabul edilmekte, boşanmaya karar verilmektedir. Karşılıklı kavga veya karşılıklı birbirlerine vurma halinde boşanmaya karar vermek gerekir. Kocanın başka bir kadınla ilişki kurması, kadının kocasına ağır hakaret etmesi ve kocasını kesici aletle yaralamaya çalışması hakkım vermez. Bu durumda birinin kusurunu diğerinin kusurundan üstün tutmak olanaklı olmadığından boşanmaya karar ve­rilmesi gerekir.

Yargıtay çocuklara karşı şiddet kullanılmasını da çok haklı olarak boşanma ne­deni saymıştır.

Sayın Gazioğlu’nun araştırmasına göre toplam aile içinde % 17.2 oranında geniş aile ortamında yaşanmaktadır. Yargıtay’a göre “kocanın anne babasının davacı kadına kötü davranmasına ve onu dövmesine ses çıkarmaması” da boşanma sebe­bidir. Bu halde de evlilik birliğinin devamı diğer eş yönünden çekilemeyecek dere­cede temelinden sarsılmış kabul edilmektedir. Ancak kardeşin münferit eylemine iştirak etmeyen davalıyı bundan sorumlu tutmak olanağı yoktur. Ancak kayınpeder ve kayınvalideyle gelin arasında geçen olaylardan sonra uzun bir süre birlikte ya­şanması önceki olayları hoşgörüyle karşılamış sayılacağından boşanmaya karar verilemeyeceğine karar verilmiştir.

Güven Sarsıcı Davranışın Boşanma Davasına Etkisi

Evlilik birliği bir açıdan da güvene dayalı bir birliktir. Eşlerin güven sarsıcı dav­ranışlardan kaçınması T.M.K. unun 185/3. Maddesinin doğal bir sonucudur. T.M.K.. unun 185/3. Maddesine göre “eşler birbirlerine sadık kalmak zorundadır. Yeni T.M.K. sadakat yükümlülüğünü zorunluluk olarak kabul etmektedir. Güven sarsıcı davranış evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına ve ortak yaşamın çekilmez hale gelmesinin sebeplerindendir. Yargıtay “davalının parklarda yabancı kişilerle otur­masını, geceleyin kocasının vardiyalı işçi olmasından yararlanarak eve yabancı kişileri almasını, kadının nikahtan sonra ve fakat düğün töreninden önce ister doğ­ru olsun isterse yanlış olsun yani hangi amaçla söylenirse söylensin kendisine biri­nin tecavüz ettiğini ve kız olmadığını söylemesini, kadının kocasına evleneli kaç yıl oldu, çocuğumuz olmuyor, böyle giderse ben başımın çaresine bakarım senin de başına çorap örerim demek suretiyle sadakatsiz davranış içine gireceğini ima etme­sini, kadının yabancı ülke yetkililerine başvurarak evlilik sebebiyle kocasına tanınan oturma iznini evliliğin bittiğini iddia ederek iptal ettirmesini ve davacıyı sınır dışı edilmekle karşı karşıya bırakmasını, evli bir erkeğin başka bir kadınla baş başa vermiş, elini boynuna dolamış biçimde ve samimi bir şekilde fotoğraf çektirmesini güven sarsıcı davranış olarak nitelendirmiştir.”

Sadakat yükümlülüğü boşanma davası kesinleşinceye kadar devam eden bir yükümlülüktür. Yüksek Yargıtay 2. Hukuk Dairesi birçok kararında bu duruma işaret etmiş bulunmaktadır.

Tanık Beyanlarında Geçen Olayların Yer, Zamanı ve Duraksamaya (tered­düde) Meydan Vermeyecek Şekilde Açık Olması

Genellikle hukukçu olmayan çevrelerde yakın akrabaların tanıklığının geçerli olmadığı sanılmaktadır. Tanıkların akraba olması veya bir iş bağıyla taraflara bağlı olması tek başına tanıkların inandırıcılığını etkilemez. Aksine ciddi ve inandırıcı kanıt bulunmadıkça asıl olan tanıkların doğruyu söylemiş olmalarıdır. Şu duruma göre akrabalık ve arkadaşlık tanıklık yapmaya engel değildir. Tanıkların olmamışı olmuş gibi anlattıkları kanıtlanmamışsa, o beyanlara itibar edilmesi gerekir. Ancak tanıkların taraflardan birinden naklen anlattıkları olaylar, yine tanıkların görgüye dayanmayan beyanları boşanma hükmüne esas alınamaz. Tanık beyanları tereddü­de yol açmayacak şekilde açık olmalı, olaylar yer ve zamana dayalı olarak anlattı-olmalıdır. Sebep ve saiki açıklanmayan inandırıcı olmaktan uzak beyanlar boşanma kararına esas alınamaz.

Geçimsizlik Sebeplerinin T.M.K. unda Tek Tek Sayılmamış Olması

T.M.K.u evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına ve ortak yaşamın çekilmez hale gelmesine yol açan olayları tek tek saymamış kanıtlanan geçimsizlik sebeple­rinden hangilerinin ailenin devamına engel olacak nitelikte olduğunu Yargıcın tak­dirine bırakmıştır. Yargıç önüne sunulan maddi olayları değerlendirerek bu olayla­rın evlilik birliğinin ve ortak yaşamın devamına engel olup olmadığı hakkında vic­dani kanaatini ortaya koyacaktır. Yargıtay kararlarına da yansıdığı gibi eşlerden birinin hırsızlık yapması, eşlerden birinin diğeri hakkında kişiliğine, onuruna ve iffetine yönelik yaygın söylentiye sebebiyet vermesi, hakaret edilmiş olması, kadı­nın bakire olmadığının anlaşılması, aile sırlarının açıklanması, eşin tedavisinin yap-tırılmaması, içki içip rezalet çıkartılması, eşin dövülmesi, küfür ve hakaret edilmesi, kocanın onuruna dokunacak şekilde “sen koca değilsin, sen koca mısın”? gibi sözler söylenmesi, ihmal sonucu çocuğun ölümüne sebebiyet verilmesi, eşlerden birinin sürekli altını ıslatması, beddua edilmesi, gidişin olur da gelişin olmaz inşallah gibi sözler söylenmesi, tehdit etmek gibi yüzlerce sebep o davanın özelliğine göre T.M.K. unun 166/1-2 maddesine göre boşanma sebebi olabilmektedir.

T.M.K.un 185/3. Maddesine göre “eşler birlikte yaşamak ve birbirine yardımcı olmakla” yükümlüdürler. Eski Medeni Kanunun 153/son maddesine göre eve kadın bakmakla yükümlüydü. Bunun sonucu olarak kadının çamaşır yıkamaması, yemek yapmaması ve evi pis tutması da boşanma sebebi kabul edilmekte, çalışan kadının ev işlerini zaman zaman aksatması boşanma sebebi olarak görülmemekte, kocanın da becerebildiği ve gücü yettiği oranda ev işlerine katkıda bulunmak görevi olduğu kabul edilmekteydi. T.M.K.un 185/3 maddesi eşler arasında tam bir eşitlik öngörmek­te, eşlerin ev işlerini yaparken ortak bir yükümlülük altında oldukları esasını getir­mektedir. Özellikle çalışan eşlerin ev işlerini tam bir uyum ve eşit ağırlıkta yapmaları zorunlu olmuştur. Önümüzdeki günlerde bu duruma uyum sağlayamayan ailelerin sonu oldukça dramatik olacağa benzemektedir. Yeni T.M.K. un 185 /3. maddesi Türk aile yapısının ilerde çok büyük bir değişime uğrayacağını göstermektedir.

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması ve ortak yaşamın çekilmez hale gelmesi hem olayın ağırlığına hem de ailenin durumuna bağlı olan bir husustur. Bir aile için ortak yaşamı çekilmez hale sokan bir olay başka bir aile için ayni derecede evliliği etkilemeyebilir. O sebeple Yargıç her davada karşısına gelen olaylara göre o evlili­ğin temelinden sarsılıp sarsılmadığını ve ortak yaşamın çekilmez hale gelip gelme­diğini vicdani kanaate göre değerlendirmekle görevlidir. Boşanma hukukunda evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebebiyet veren olayların kanunda tek tek sayılması söz konusu olmadığı gibi şu şu olayların evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebebiyet verdiği şeklinde bir sıralama yapılması da doğru değildir. Her aile farklıdır. Bir aile için evliliğin temelinden sarsılmasına sebep olan olay başka aile için hoşgörü sınırları içinde kalabilir. Yargıç önüne gelen olayın o dava­nın tarafları bakımından evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebebiyet verip vermediğini kendis taktir edecektir.

Teknololjik gelişme sonunda bazı yeni deliller ortaya çıkmıştır. İtiraz edilmeyen telefon konuşmaları ile itiraz edildiği halde davalıya veya savunma kapsamında davacıya ait olduğu kanıtlanan telefon konuşmaları ve telefon mesajları ile bilgisayarda yapılan yazışa, resim ve elektronik posta ve benzeri belgelerde geçen evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebebiyet veren ifadelerde boşanma sebe­bi olabilmektedir.

guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Call Now Button
error: Content is protected !!
WhatsApp chat